ŞİMDİ OKULLU OLDUK.
Biz ilkokulda okurken siyah önlük giyerdik. Beyaz kolalı yakalık takardık. Öğretmenlerimiz Köy Enstitüsü mezunu, en az 1-2 müzik aleti çalmasını bilir, güzel giyinir, düzgün konuşur, anlattığı konulara hakimlerdi. Ders anlatırken pür dikkat onu dinlerdik. Muazzam saygı duyardık. Çünkü biliyorduk ki o bize her gün her saat bir şeyler öğretiyor ve biz ‘Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum’ diyen, ilk ayeti ‘Yaradan rabbinin adıyla oku’ olan bir neslin evlatlarıydık. Sanki öğretmenlerimiz gözleri ile konuşurdu. Kızmasını ve sevmesini bakışlarından anlardınız. Tahtamız kara tahtaydı ama yüreklerimiz bembeyazdı. Kara tahtaya beyaz tebeşirle yazılan yazılanlar keçeli silgi ile silinir tekrar yazılmaya devam ederdi. Yanımızda oturan hatta sınıftaki arkadaşlarımızın Alevi, Sünni Kürt Çerkez vs olduğunu bilmezdik. Hatta köylü şehirli olmasını da hiçbir zaman sorgulamazdık.Tek merak ettiğimiz o dönem anneler çok fazla iş hayatında olmadığından babanın ne iş yaptığı idi.
TÜRKLÜĞÜMÜZDEN GURUR DUYARDIK
Kitaplar şimdiki gibi sürekli değişmezdi. İkinci el kitapları bulurduk. Onları mavi veya kırmızı kaplıkla kaplardık. Üzerine kocaman etiketi yapıştırıp o kitabın sahibi olurduk. Yerli malı haftaları ile paylaşmayı öğrenirdik. Okul dışında tatlı satanlar, köfte yapanlar, pamuk helva satıcıları oldurdu. Satılan bir dilim Şam tatlısını arkadaşımızla paylaşırdık. Giysilerimiz yeni ve markalı değildi; bazen yamalıydı ama temizdi. Saçlar uzun ve jöleli değildi; üç numara tıraşla giderdik okula. Her hafta başı ve hafta sonu temizlik kontrolü olurdu. Mendillerimiz olurdu yan cebimizde. Her gün öğrenmen sınıfa girdiğinde ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’ diye bağırarak andımızı okurduk. Türklüğümüzden gurur duyardık.
ILGAZ DAĞINI MÜZİK DERSİNDE ÖĞRENİRDİK
Pazartesi sabah İstiklal Marşı ile başlardı hafta Cuma akşamı yine İstiklal Marşı ile sona ererdi. Bu vatan için canlarını kanlarını feda eden atalarımızı anardık. Her sınıfta ve okul bahçesinde kocaman Atatürk resmi ve bayrağımız olurdu. Atamıza minnetlerimizi sunardık. O al yıldızlı bayrağımızın bağımsızlık sembolü olduğu her gün beynimize kazınırdı.. Oyunlarımız bireysel değildi. Teneffüslerde bazen yağ satar bal satardık. Bazen uzun eşek oynardık. Ama hepsinde bir topluma mensup fert olmanın duyusunu anlardık o yaşlarda.
‘Ilgaz Anadolu’nun en yüce bir dağısın’ diyerek Ilgaz Dağını müzik dersinde öğrenirdik. Bayramları dört gözle beklerdik. 23 Nisan-29 Ekim’de şiir okumak, bando takımında bulunmak için yarışırdık. 19 Mayıslarda büyüklerimizin sportif hareketlerini imrenerek izlerdik.
TÜRK MİLLETİNİN EN YÜCE MİLLET OLDUĞUNU ÖĞRENİYORDUK
Biz okurken FETÖ yoktu. Dershane yoktu. Özel okul da yoktu. Devletin okullarında vatanın bölünmez bütünlüğünü, bayrağımızın bağımsızlık sembolü olduğunu, Türk milletinin en yüce millet olduğunu bu sıralarda öğreniyorduk. İlkokula sonrası meslek sahibi olacaklar endüstri meslek lisesine giderdi. Din ve Kur’an öğrenecekler imam hatip liseli olurdu. Bizler de yaz tatilinde mahalledeki cami imamından dinimizin temel değerlerini ailelerimiz yönlendirmesi ile öğrenirdik.
EĞİTİMİN HALİ İÇLER ACISI
Şimdi bu kadar anımızı neden yazdık?
Pazartesi günü çalınan ders zili ile 8 milyon öğrenci ile 1 milyon öğretmen okullarına döndü. Dertler de başladı. Özel okullar, servisler, müfredat değişimi derslik ve öğretmen açığı, ailelere ek külfetler. Sanki eğitim öğretim dönemi değil de dert ve külfet dönemi.
Eğitim öğretimde kısa, orta ve uzun vadeli programlar yok. Bakın 15 yılda 6 bakan değişti Mili Eğitimde. Müfredat ise evlere şenlik. Konuluyor, kaldırılıyor sanki emme basma tulumba. Nasıl mı?
DEĞİŞTİREN DEĞİŞTİRENE
İlk aklımıza gelenleri paylaşalım.
2003 yılında katsayı farkı arttırıldı. 2012 yılında katsayı kaldırıldı
2004 yılında eğitim müfredatı değişti.
2005 yılında 3 yıllık olan lise 4 yıla çıkarıldı.
2007 yılında OKS yerine 6,7 ve 8. sınıfın sonunda girilen Seviye Belirleme Sınavı (SBS) geldi.. 2010 yılında 10 yıldır uygulanan Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) sistemini değişti. SBS, 3. yılın sonunda tek sınav modeline döndü ve düz liseler Anadolu liselerine dönüştü.
2012 yılında İlköğretimde kesintisiz 8 yıllık sistemden vazgeçildi, 4+4+4 sistemine geçildi.
2013 yılında ilk TEOG sınavı uygulandı . 2017 de ise TEOG kalkıyor.
BİR NESLİ HEBA ETTİK
Sonuçta geleceğin mimarı dediğimiz çocuklarımız küçük yaşlarında yarış atı haline dönüşüyor. O sınavdan çıkıp diğerine giriyor. Bizimle aynı kuşakta olanlar bilir. O dönemlerde ‘Şimdi okullu olduk sınıfları doldurduk yaşasın okulumuz’ diye koşarak okula gidiyorduk. Şimdi çocukların ayakları geri geri gidiyor. Okul, sınıf, sınav deyince ürperiyor.
Bir nesli heba ettik. Hiç olmazsa bu çocuklara sahip çıkalım.
Ne dersiniz?
Ismail Akar