İnsanoğlu doğup büyüdüğü toprakların tarihini hep merak eder. Buraya nereden gelindiği? kaç kuşaktır bu coğrafyada yaşandığı? Köklerin nereye dayandığı? Kimlerle akraba olunduğu? gibi pek çok soru kafalara takılır. Mensubiyet duygusu böyle oluşur ve devamında ”millet”adını verdiğimiz, aynı maziyi paylaşan, aynı kültüre sahip, gelecekte de bir ve beraber yaşamaya azmetmiş insan topluluğu meydana gelir. Dil, inanç, gelenek, görenek gibi unsurlar ”millet” olmanın yapı taşlarıdır. Bu, asırlar sürecek ve kıvamını alacak bir harmanlama sürecidir. Yeryüzünde Türk Milleti kadar köklü geçmişi olan millet sayısı pek azdır. Tarih sahnesinde binlerce yıldır var olan Türk Milleti, her dönem dünyanın önemli ve etkili faktörü olmuş, çağ açıp çağ kapamıştır. Sadece bilek gücüyle değil, ilim ve teknoloji ile adından söz ettirmiş, muazzam bir medeniyetin kurucusu olmuştur.
Hasbelkader Şuhut Tarihi ile ilgilendiğimiz için okuyucularımızdan pek çok mesaj alıyoruz. “Şuhut ne zaman fethedildi?” , “Şuhutlular, hangi Oğuz boyundan?” , “köylerimiz nasıl meydana geldi? Nereden göç ederek bu topraklara geldiler?” gibi sayısız soruya muhatap olmaktayız. Bu durum bizim çok hoşumuza gidiyor. Eskiden böyle sorular pek sorulmazdı. Ne yazık ki geçmişi bizim kadar kötülenen başka bir millet yoktur.”Yeniyi benimsetmek” uğruna “eskiyi kötülemek hatta yerin dibine sokmak” ne ahmakça bir yöntem? Biz “ağaç kovuğunda doğmadık”, bizim de bir atamız ve kökümüz var. Türkler tarih boyunca 16 devlet kurmuş, mazisi insanlık tarihi kadar eski bir millettir. Biz muhteşem bir çınar ağacıyız, bir dalımız Göktürk, bir dalımız Selçuklu, bir dalımız Osmanlı, en yeni kolumuz Türkiye Cumhuriyeti. Ama kökümüz bir. Her dal bizimdir ve kabulümüzdür. Biz asla ”aslını inkâr eden haramzadelerden” olmadık ve olmayacağız.
Bugün sizlere Şuhut’umuzun önemli tarihi şahsiyetlerinden birini tanıtmak istiyorum; HAMZA PAŞA. Pek çoğunuzun duymadığı, duysa bile tanımadığı bir büyük devlet adamı. Şuhut’ta Büyük Camii, hamamı olan, köprüler yaptırmış, medreseler açmış bir insan. Maalesef adını unuttuğumuz, kadir kıymetini bilemediğimiz değerlerin başında gelen Hamza Paşa kimdir?
Bilindiği gibi Şuhut ve yöresi 1077 yılında Dolat Han, Emir Sanduk ve Emir Afşin adlı Selçuklu komutanlarınca fethedildi. Bizanslılardan alınan Şuhut 1300 yılına kadar Anadolu Selçuklu Devletinin bir parçası olarak varlığını sürdürdü. O zamanki adıyla Karahisar-ı Devle’ye yani Afyonkarahisar’a bağlı bir kadılık merkezi olan Şuhut, Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra bir dönem belirsizlik yaşadı. Sahipataoğulları, Hamitoğulları ve Germiyanoğulları Beyliklerinin topraklarına dâhil oldu. Bu dönem yaklaşık 115 yıl sürdü ve nihayet 1415 senesinde Şuhut Osmanlı Devleti topraklarına katıldı. İşte yöremizin Osmanlı toprağı olduğu dönemin en tanınmış ismi Hamza Paşadır.
Hamza Paşa, Sarı Demirtaş Paşa’nın oğularının en büyüğüdür. Sultan Çelebi Mehmet tarafından Şuhut’a yönetici olarak atanmıştır. Osmanlı tarihinde pek çok DEMİRTAŞ PAŞA vardır ve bu paşalar çoğu zaman karıştırılmaktadır. Hemen hepsi 14.yüzyıl sonuyla 15 yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Demirtaş Paşalar daha ziyade lakaplarıyla tanımaktadır. En tanınmış olanı Kara Demirtaş Paşadır. Diğerleri ise “Sarı”, “Subaşı Muiniddin-Muhyiddin” ve “Baba” lakapları ile anılmaktadırlar. 2.Murad, Kosova Savaşına giderken Anadolu’nun güvenliğini Sarı Timurtaş ve Subaşı Timurtaş Paşalarla sağlamış, kendilerine geniş yetkiler vermiştir. Sarı Timurtaş Paşa’yı Kütahya, Sandıklı, Şuhut ve Çivril emirliğine tayin etmiştir. Verilen görevleri başarıyla yaptığı için Yıldırım Beyazıd döneminde de yükselişini sürdürmüş,1392 yılında merkezi Ankara olan Beylerbeyliği görevine atanmıştır. Çankırı’nın Candaroğulları’ndan alınmasında büyük yararlılık göstermiş, padişahla birlikte savaşlara katılmaya başlamıştır. Ayrıca stratejik önemi olan Divriği, Kemah, Darende, Malatya ve Besni’nin alınmasında önemli rol oynamıştır. Muhtemeldir ki bu çarpışmalarda büyük oğlu Hamza Paşa, babasının yanındadır. Sarı Demirtaş Paşa Ankara’da iken Osmanlıların ezeli rakibi Karamanoğulları tarafından kaçırılmış, Konya’ya götürülmüştür. Bunu haber alan Yıldırım Beyazıd, Karamanoğulları’na sefer düzenleyeceğini ilan edince Sarı Demirtaş Paşayı serbest bırakırlar.
Yıldırım Beyazıd’ın Şuhutla yakın bir ilişkisi vardır. Sultan Beyazıd,Germiyan Beyliği’ne damat olunca düğün hediyesi olarak verilen yerlerden biri de Şuhut’tur. Ancak Yıldırım Beyazıd Timur’la yaptığı Ankara Savaşını kaybedince (1402) esir düşer, Anadolu darmadağın olur, fetret devri başlar. Bu kargaşa döneminde Osmanlı Şehzadeleri arasında baş gösteren taht kavgasında Çelebi Mehmed’e karşı İsa Çelebi’yi tutan Sarı Demirtaş Paşa, bu sefer kaybeder. Ulubat’da yapılan savaşta İsa Çelebi safında olan Sarı Demirtaş Paşa, Çelebi Mehmet tarafından 1403′de öldürülür. Mezarı bir rivayete göre Bursa Ulu Cami’de bir sanduka içinde denilse de, kimi kaynaklara göre Çakır Hamam civarındadır. Sarı Demirtaş Paşa’nın özellikle Kütahya’da muhafızlık yaptığı dönem pek çok hayır-hasenat yaptığı ifade edilirken, halen ibadete açık olan kavaflar çarşısındaki Takvacılar (Takkeciler) Camii’nin de onun tarafından yaptırıldığı kayıtlarda yer almaktadır.
Sultan Çelebi Mehmed, Sarı Demirtaş Paşa’yı öldürmüştür ancak oğlu Hamza Paşayı Şuhut’a yönetici olarak atamıştır. Bunun sebebini bilmiyoruz. Belki babasının devlete olan hizmetlerinin karşılığı olarak böyle bir atamaya karar vermiş olabilir. Ya da Hamza Paşa, şehzadelerin taht kavgasında babasıyla farklı taraflarda yer almış olabilir. Osmanlı tarihinde böyle sayısız örnek görmek mümkündür.
Hamza Paşa, 1413 veya 1415 yılında Şuhut’a yönetici olarak atandıktan sonra yaptığı ilk şey Cami-i Kebir yani Büyük Camii yaptırmak olur. Gerçi Evliya Çelebi Şuhut’a geldiğinde Büyük Cami’den “Germiyan Camii” diye bahseder ki, bu yanlıştır. Büyük Caminin inşa kitabesi mevcut değildir. Buna karşılık vakfiyesi bilinmektedir. Vakfiyeye göre; H.818/M.1413 yılında Demirtaş Paşazade Hamza Paşa tarafından yaptırılan Büyük Cami,h.1279/M.1862′de meydana gelen depremde büyük hasar görmüştür. Caminin güney cephesinin güney-batı köşesindeki küçük kitabe tamirata ve tamirat sebebine işaret etmektedir: MAŞAALLAH TARİH-İ ZELZELE 1279. Yine minarenin kaidesinde bulunan fakat net okunamayan bir kitabede ise minarenin H.1221/M.1806′da onarıldığı ifade ediliyor.
Hamza Paşa Hamamı ise tamir edileceği günü bekliyor.1413 tarihinde yaptırılan hamam, özellikleri itibariyle tam bir Osmanlı eseridir. Hamza Paşa bununla da kalmamış, eğitim faaliyetlerine büyük önem vermiştir. Cami-i Kebir Medresesi asırlarca faaliyette bulunmuş, sonradan “ŞUHUDİ MEDRESESİ” adını almıştır. Hamza Paşa’nın neslinden gelen Hasan Şuhudi, Mahmud Şuhudi gibi değerli âlimler özellikle 17. yüzyılda büyük hizmetlerde bulunmuştur. Halil Şuhudi’nin el yazması bir divanı mevcuttur.
Hamza Paşa’nın Efe Köyüyle olan bağlantısı da ilginçtir. Eldeki vesikalara göre Hamza Paşanın evlatları Efe köyünde de medrese ve zaviye açmışlardır. İleride bu yakınlığa ilişkin araştırmalar yapılır diye ümit ediyoruz. Bir dönem Hamza Paşa’nın kimi akrabalarının Efe Köyü’ne göçtüğüne dair şeyler okumuştum. Hatta bazı iddia sahipleri Hamza Paşayla Efe Sultan (Efe Hamza Sultan) hazretlerinin aynı kişi olduğuna dair şeyler söylemişlerdi.
Gelelim Hamza Paşanın soyundan olan önemli âlimlerden Ali Agâh Demirtaş’a. Atasının yani 7 göbek büyük dedesi olan Sarı Demirtaş Paşa’nın adını soyadı olarak kaydettiren büyük âlim Ali Agâh Efendi, H.1296/M.1880 yılında Şuhut’ta dünyaya geldi. Son yıllarda yayınlanan bazı kitaplarda kendisinden “evliya” , “keramet sahibi” diye bahsedilen Ali Agâh Efendi, Osmanlı Devleti’nin son döneminde doğmuş, Cumhuriyet Türkiyesi’nde milletimize önemli hizmetlerde bulunmuştur. Onu değerlendirirken mutlaka “çok yönlü bir şahsiyet” olduğunu başta vurgulamamız gerekiyor. Çünkü Ali Agâh Demirtaş, sadece bir din adamı değil, aynı zamanda bir tarihçi, bir edebiyatçı ve folklorcudur. Babası Hacı Bekir Efendi’dir. Şuhut’a Osmanlı mührünü vuran ailesi, hayli eski ve köklü geçmişinin yanı sıra yetiştirdiği âlimlerle meşhurdu. Ali Agâh Efendi, ilk eğitimini yine tanınmış bir âlim olan babası Hacı Bekir Efendiden aldı. Ardından Afyon’daki medreselere devam etse de gözü İstanbul’daydı. İstanbul’a giderek dönemin din adamı yetiştiren en ünlü medreselerinde eğitim aldı. Büyük başarıyla mezun oldu ve ardından Şeyhülislam Hayri Efendi tarafından Bursa’daki Rabia Sultan Medresesine müderris olarak tayin edildi. 7 göbek büyük dedesi Sarı Demirtaş Paşa’nın yanı başında birkaç sene müderrislik yaptı. Daha sonra İzmir ve Edirne’de görev yaptı.
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte sular tersine akmaya başladı. Osmanlı medreselerinde eğitim almış, din bilimlerini yutmuş binlerce müderris bir anda işsiz kaldı. Arapça ve Farsça’yı çok iyi derecede bilen Ali Agâh Efendi kapıların bir bir kapandığını görünce çaresiz Şuhut’a döner. Atası Hamza Paşa’nın yaptırdığı Büyük Cami’de imamlığa başlar. Caminin girişindeki küçük odada ilim çalışmalarını sürdürür. Çok zengin bir kütüphaneye sahiptir. Özellikle el yazması eserleri çok kıymetliydi. Şuhut hakkında araştırma yapanların ilk başvurdukları isimdi. Tam 60 yıl Büyük Camide vaizlik yaptı. Şuhut Müftülüğü görevini üstlendiği dönemler de oldu. Yüzlerce talebeye ders verdi, Kur’an-ı Kerim öğretti. Ali Agâh Efendinin en fazla dikkat çeken yönü, dini ilimler kadar sosyal bilimlerde de ciddi birikime sahip olmasıydı. Şuhut’un geçmişini iyi bilirdi. Edebiyat, folklor, şiir, tarih, coğrafya kısaca birçok bilim dalında kendisini yetiştirmişti. Şuhut’un fethi, kuruluşu, vakıflar, eski yazma eserler, cönkler, Şuhut’taki ailelerin kökeni ve nereden geldiği gibi konularda fevkalade bilgiliydi.
Ali Agâh Demirtaş,85 yaşında iken 1965 yılında vefat etti. İslami ilim tahsil etmek isteyenlerin, başı sıkışanların, herhangi bir konuda çözüm arayanların ilk müracaat ettiği yer olan Ali Agâh Efendinin zengin kitaplığı, yayına hazırladığı telif eserleri maalesef ortada değil.
İşte Şuhut’a damgasını vurmuş HAMZA PAŞA ve neslinin hikâyesi. Ne kadar iftihar etsek azdır…
Tarık ÖZAŞKIN
Araştırmacı